24 Temmuz 2017 Pazartesi

Melankoli

.




Hafta sonu pikniğe gitmiştik, ağaçlara, çiçeklere bakıp içime huzur doldurmaya çalışırken on metre ötemde genç bir çiftin tartıştığını fark ettim….

Yok yok, tartışmak ne kelime basbayağı kavga ediyorlardı, erkek avazı çıktığı kadar, ağız dolusu hakaret ediyordu, kızcağız küçük sesle birkaç kelime mırıldanmaya başlayamadan erkek sesinin volümünü biraz daha yükseltiyordu. Aradan kaç dakika geçti böyle bilmiyorum, kızcağız daha fazla kuyruğu dik tutmaya dayanamadı ve ağlamaya başladı….

Arkadaş susacağına daha bir celallendi, veeee daha fazla seyirci kalmaya dayanamayan ben! fırlayıp yanlarına gittim. Bu kavgadan rahatsız olduğumu söyleyerek duruma müdahil oldum. Sanırım tartışmalarının hızını azaltma konusunda faydam oldu, çünkü ikisi de bir süre sonra sakinleştiler….

Huyum bu ne yapayım, kimsenin birbirini üzmesine, kırmasına tahammül edemem. Çevremdeki olumsuzluklara elimden geldiğince müdahale etmeye çalışırım her zaman. Heyhat, sevgiye, güzelliğe geniş yer açmış yüreğim ve küçücük ellerimle ne kadar başarılı olabilirim….





Bu yüzdendir ki muhteşem bir manzara seyrederken, nefis bir yemek yerken, sevdiğim güzel insanlarla beraberken, keyifle sohbet ederken, çiçeklerimle ilgilenirken, sokaktaki hayvanları beslerken; an geliyor, içimi bir huzursuzluk kaplıyor….

Son zamanlarda çevremde, Ülkemde, dünyada yaşanan üzücü olaylar beni çok müteessir ediyor. Gazete okurken, televizyonda haber programlarını izlerken nefes alamıyorum, beynim zonkluyor. Şehit haberleri, üçüncü sayfada yer alan cinnet haberleri, dünyanın dört bir yanında savaşlar, terör, Afrika’daki aç ve hasta çocuklar, çaresiz insanlar…..

Rahmetli anneannem ve kayınvalidem yaşasaydılar bu duruma bakıp “Kıyamet Alameti bunlar" derlerdi….

Sabahattin Ali sözleri, Ali Kocatepe bestesi ve Nükhet Duru’nun sesiyle “Melankoli” şarkısı halet-i ruhiyeme tercüman oluyor….
 
 


20 Temmuz 2017 Perşembe

Annemin Dikiş Makinası.....

.





Geçen hafta anneciğimi ziyarete gittiğimde köşede unutulmuş eski bir dost bana sitemle göz kırptı.
Annemin dikiş makinası…..

Ve beni aldı, onunla haşır neşir geçen yıllarıma götürdü…..

En eski çocukluk anılarımda o varmış meğer, kendimi bildim bileli annemin başköşesinde aktif bir şekilde dururdu çünkü....
Canım annem gençlik yıllarında, küçücük dört yavrusuna dikiş makinası ile "bir örnek" ne çok güzel giysiler dikerdi. 

Sadece bize mi????? 
Evimizi de diktiği divan örtüleri, perdeler, yastıklarla süslerdi..... 

Dikiş dikmeyi bildiği için çok gururlanırdı annem ve güzel de dikerdi gerçekten….

Fakat o yıllarda bu kadar çok hazır giyim olmadığı için olsa gerek, evimize misafirliğe gelen veya bizim misafirliğe gittiğimiz akrabalarımız angarya olarak anneciğimin eline hemen bir dikiş tutuşturuverirlerdi....

Özellikle babamın akrabaları söz konusu olduğunda anneciğim hiiiiç sesini çıkaramazdı, bugünden geriye bakınca anneciğimi iki iltifatla kandırıp çok sömürmüş olduklarını anlıyorum. Bazı insanlar vardır, bir şey öğrenmeden, çalışmadan başkalarını kullanma, sömürme konusunda çok ustadırlar bilirsiniz. İşte öyle bir şey…..

Sonradan annem de onu sömürdüklerini fark etmiş ki aynı şeyi yaşamayalım diye bize dikiş dikmeyi öğretmedi asla.  
Ama onu göre göre alıştığımız dikiş dikme eylemini biz pas geçemezdik elbette. Kız kardeşim ve ben ergenlik yaşlarımızda dikiş dergilerinden kalıp çıkarıp bir şeyler dikmeye çabaladık. Gönülden isterseniz öğrenilmeyecek bir şey yok şu dünyada. Tabii ki annemiz kadar başarılı olmamız imkansız olsa da azıcık çabalayınca iyi kötü bir şeyler başarırdık....
Bu arada her ikimizde enteresan bir şekilde dikiş makinası almışız evimize. Benim dikiş makinam arka odada dekor olarak duruyor maalesef, ilk aldığımda bir hevesle çocuklarıma pijama filan dikmiştim. Yıllardır kapağını bile açmadım…..  

Kız kardeşim kesinlikle daha başarılı, yılda birkaç kez kapağını açıyor hiç değilse……

Ah canım annem iyice yaşlandığı için dikiş dikemiyor artık ve dikiş makinası dekor olarak köşede kalmaktan böyle küs küs bakıyormuş....
Geçmiş günlerin hatırına kapağını kaldırdım, tozunu aldım, okşadım usulca.....

7 Temmuz 2017 Cuma

Beni Değersiz Hissettiren Herkesten Vazgeçtim.....

.





Annenizin, babanızın ve sizi seven insanların bakışlarından size duyulan sevgiyi, hayranlığı, kaygıyı, gururu hissettiğiniz gibi; sizi çekemeyen birisinin bakışlarından da kıskançlığı, küçümsemeyi, korkuyu, nefreti, düşmanlığı hemen hissetmez misiniz?

Altıncı his mi desem gönül gözü mü desem her neyse bende o his çocukluğumdan beri çok güçlüdür, yani tipik bir yengeç burcu özelliği….

İletişim içinde olduğum kişinin sözleri kadar bakışlarından, duruşundan yorum yaparım her daim. Gözler kalbin aynasıdır çünkü, beden dili de aynanın çerçevesi…..

Hemen hissederim karşımdaki insan bana ne kadar değer veriyor, benim ona verdiğim değer kadar mı, daha az ya da daha çok mu, anında ölçer biçer tartarım…..

Gençken bu farkındalığımı, alınganlık zanneder, yaşadığım olumsuz bir iletişimde “hata bendedir” diye düşünür kendimi geliştirmeye çalışırdım. Karşımdakinin gözüne girmek, değer vermesini sağlamak için çırpınır dururdum….

Oysa hiçte öyle değilmiş, insanlar karşısındakine verdiği değere, sevgiye, ilgiye, bazen beklentisine göre davranırmış…….

Bir anım geldi aklıma, sanki dün gibi taze!!!!!!
Yıllar yıllar önceydi, mutlu, sevgi dolu, güler yüzlü ve şirin bir çocuktum.  Gerçek söylüyorum, “kendim” diye taraf tutmuyorum vallahi…..

Evde anneme yardım eder, kardeşlerime ablalık yapardım hiç gocunmadan hatta yararlı olmaktan dolayı keyif bile alırdım bazen. 
Büyüklerime çok saygılıydım,  misafir gelince işe yarama ve büyüklere yaranma/göze girme coşkusuyla koşturur dururdum. Annemin küçük kardeşi “dayımı ve eşini” çok severdim, onlarla vakit geçirmekten çok mutlu olurdum….

Lakin dayımın genetik özelliği miydi neydi bilemiyorum, hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi beğenmezdi ve sürekli beni eleştirirdi. Ergenlik yaşımda bile bana tokat attığını şu an dehşetle hatırlıyorum. Bütün bunlara rağmen onu olduğu gibi kabul etmiştim. Genetik özellikleri gereği herkese böyledir diye hoş görürdüm üstelik….  

Gel zaman git zaman ben tıp fakültesinde okumaya başladım. Bir yaz tatilinde yine mutlu bir şekilde onları ziyaret gittiğimizde, eşinin Adapazarı'nda yaşayan ablasının kızı sümüklü Serpoş'la bir iltifat bir espri sohbet ettiğini görünce beynimden vurulmuşa döndüm. Uğradığım hayal kırıklığını anlatmam mümkün değil, “vay be” dedim içimden, “beni sürekli iğneli sözlerle eleştiren, takdir ve iltifattan habersiz olduğunu sandığım, ö… dayım böyle zarif cümleler kurabiliyormuş, ancak insan ayırımı yapıyormuş meğer”.

O yaşımda oldukça cesur bir karar verdim, ağzıyla kuş tutsa benim için bitmişti artık, o gün ondan ve ailesinden vazgeçtim…..

Beni değersiz hissettiren herkesten ve her şeyden vazgeçmek için miladım oldu o gün….

Bir zamanlar benim için önemli olan insanlara dair hiçbir şey hissetmediğim gibi yaptıkları hiçbir şeyin de umurumda olmadığını fark edip yürüyüp gitmeyi o gün öğrendim.....







Kimseye kendimi sevdirmek zorunda olmadığımı ya da bunun zorla olmayacağını anladım. İçimdeki sevgi böcüğünün etkisiyle karşımdaki insanlara bir müddet/zaman/süre tanısam bile, asla bekleme yapmamayı, vakit kaybetmemeyi öğrendim…..

Hayatım boyunca sevmediğim, inanmadığım hiçbir şeyi yapmadığım gibi güven duygumu sarsan ve bana itibar etmeyen hiç kimseyle yola devam etmedim. Ben bir sürü çaba harcarken benim için çaba harcamayan karşılıksız kalmış bir dostluğu, arkadaşlığı sürdürmedim hiç, kendime saygı duymamı etkileyecek gidişe dur dedim çoğu zaman ve hiç beklenmeyen bir anda bıraktım ipin ucunu…..

Kim olurlarsa olsunlar, beni değersiz hissettiren herkesten vazgeçtim.

Evet sadece ve sadece vazgeçtim…….

Profesyonel iş yaşamımda her aşamada, farklı dozlarda olumsuz birçok duygu ve davranışa maruz kaldım. Tahammül, sabır, katlanma, mücadele gibi çeşitli baş etme ve savunma mekanizmalarımın yanı sıra sadece iletişimden vazgeçerek huzurlu olmayı öğrendim…..

Vazgeçmek, bana özgürlük getirdi, hüzünlü olsa da duygu ve düşüncelerime berrak bir netlik kazandırdı, kendime olan saygımı artırdı her zaman....
Ne derler, beni yıkmayan şey  güçlendirir (what doesn’t kill you makes you stronger) misali…..







Ancaaaaak ben de robot gibi mekanik bir insan değilim hiç şüphesiz, ömrü hayatımda yıkamayan ama hasar bırakan dostlarım olmuştur mutlaka …..
Şu da bir gerçek ki; değerimi bilen, sıkıntılı anlarımı olduğu kadar “mutluluklarımı da kıskanmadan sevinerek paylaşabilen”, itibar, takdir, iltifat konusunda cimri davranmayan, dostluğumu sürdürebilmek için emek harcayan, özen gösteren, beni hayatının merkezine veya merkezine yakın bir yere koyan insanları başımın tacı yaptım ve yapacağım her zaman…..

Aslında bugünkü Ben’in gelişmesinde katkısı olduğu için dayıma bir teşekkür borçlu olabilir miyim?????