27 Mayıs 2015 Çarşamba

Yenilenme Sürecimiz- "Rebirth of the Eagle"







Ne ilginçtir bazen bizi sinirlendiren, kalbimizi kıran, çıldıracak hale getiren olaylar ve kişiler sayesinde aklımız başımıza gelir…….

Yaşanan şokun etkisiyle sarsılırız, tökezleriz, devasa bir yalnızlığın orta yerinde kendimizi çaresiz hissederiz, ruhumuz daralır, bazı gerçeklerle yüzleşiriz. 

Ardından bir değişim süreci başlar, önce kendimizi cezalandırır iyice hırpalarız, acı çekeriz, dibe vururuz ve bundan acımasızca garip bir keyif alırız, tadını çıkarırcasına bugüne kadar görmezden geldiğimiz bütün yaralarımızı kanatırız.....

Nihayetinde yenilenmiş oluruz. Bu yenilenme bir bahar temizliğidir, bir detokstur adeta.....


Tıpkı kartalın yenilenişi gibi, önce acılı ve zorlu bir sürece girer sonra yenilenmiş bir şekilde tekrar uçmaya hazır duruma geliriz…..


Kartallar gibi ruhumuz da, yaşadığımız bu yenilenme süreci ile acı veren eski alışkanlıklarından, anılardan, geçmişin gereksiz yüklerinden kurtulur. 

Edindiğimiz tecrübe ile hayatımızı düzenleme adına yepyeni kararlar alır, yola daha güçlü, sakin ve bilinçli bir kafayla devam ederiz.... 
 


 

Dünya Yalan Söylüyor......

 
 
 
 

Bu güzel şarkıyı kaçıncı kez dinledim bugün?
Hatırlamıyorum saymadım, olur böyle bana bazen...
Eğer bir şarkı beni çok etkilerse, yani kalbime ve beynime aynı anda dokunursa bıkana bıktırana kadar defalarca dinlerim böyle…..

Obsesif kompulsif miyim ne….. Bu sefer  taktığım  şarkı Özdemir Asaf’ın sözleri, Mor ve Ötesinin müziği ile “Dünya Yalan Söylüyor"…….

Kimler yalansız ki onlar ağlasın
Kimler günahsız ki onlar saklasın
Yalandan kim ölmüş, zamandan kim korkmuş
Dünya yalan söylüyor…..
 

 
 
 
 
 
Ne çok yalan söyleyen var, yalancı var çevremizde.....

Bazı kişiler var ki, yalan söylemek onlar için bir yaşama biçimi olmuştur.....
Yalansız yaşayamazlar asla......

Yalan söyleme konusunda o kadar usta olmuşlardır ki karşılarındaki kişiyi etkilemek için özellikle ciddi ve mesleki bir şeyler anlatırken, onların hoşuna gidecek cümleleri seçerler.

Ve herkesin ama istisnasız herkesin egosu bu yalanlara ihtiyaç duyar ve anlatılanlara inanmaya şartlanırlar adeta……

Ne kadar zekice ve analitik bir yaklaşımınız var....

Bravo, sizden başkası böyle düşünmedi hiç....
 
Ne kadar zarifsiniz....
 
Bu kıyafet sizi zayıf gösteriyor....

Kilo vermişsiniz....

Ne kadar genç görünüyorsunuz…

Vs….. Vs…..

Her konuya, her nabıza göre “YALAN” pardon şerbet bulunur…..

Peki yalan nasıl anlaşılır? Bir kişinin yalan söyleyip söylemediğini yüzüne veya gözüne bakarak anlamak mümkün mü? Beden dili ile belli edenlerin olduğu söylense de yalan söylemeyi alışkanlık haline getirenler öylesine profesyoneldirler ki siz kendinizden bile şüphe edersiniz bazen….

İtalyan yazar Carlo Lorenzini  Collodi’nin ünlü masal kahramanı Pinokyo gibi hiç kimsenin yalan söyledikçe burnu uzamamaktadır maalesef…….


 



Konuşmasına gizem katmaya çalışanların veya gayet sıradan konulu  sohbet esnasında bile bir anda sessizleşerek “gerçeği söylemek gerekirse” gibi bir cümle kuranların, acaba hangi yalanın peşrevini yaptıklarını düşünürüm her zaman….

Bir televizyon kanalında Reha Muhtar’ın sunuculuğunu yaptığı ve daha önce birçok ülkede yayınlanmış olan “Doğruların Zamanı” isimli bir yarışma programı vardı. Yarışmanın formatında yarışmacılara yalan makinesi karşısında çeşitli ilginç sorular soruluyordu. Cevapların doğru olup olmadığını yalan makinesi tespit ediyordu ve şok edici cevaplar duymuştuk…..


Gerçeği bilmek isteyenlerin özellikle ciddi ve stratejik işlerde çalışan karar vericilerin, yöneticilerin katıldıkları toplantılarda dalkavuklar tarafından kandırılmamaları için kesinlikle bir yalan makinesine ihtiyaçları var aslında……

Kimler yalansız ki onlar ağlasın
Kimler günahsız ki onlar saklasın
Yalandan kim ölmüş, zamandan kim korkmuş
Dünya yalan söylüyor…..



21 Mayıs 2015 Perşembe

İçimdeki Çocuğu Büyütemedim Hiç......




 

 
                         Ankara Armada Alışveriş Merkezinin,

Piyano Tuşu Şeklinde ve Sesli Merdivenlerinde

  Zıplayarak Melodiyi Hızlandırmaya Çalışırken.........



 

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Misafir Ol Gel Bana......






Ne güzeldir sevdiğimiz, değer verdiğimiz ve güven duyduğumuz insanlara evimizin, gönlümüzün kapılarını açarak misafir edip ağırlamak.....
Bu değerli ve güzel insanlara her şeyin en iyisini ve güzelini sunabilmek için bir kaç gün önceden hazırlıklara başlarım......


Öncelikle evimin daha temiz ve bakımlı olması için çaba gösterir ardından yemek veya çay menüsü için araştırmalar daha doğrusu mesleki alışkanlık olarak “literatür çalışması” yaparım.
Bundan 3-5 yıl once, yıllardır kullanılmaktan yıpranmış ve çeşitli mutfak malzemeleri dökülmesinden sayfaları beneklenmiş, lise ikinci sınıftan beri kullandığım emektar "yemek tarifleri defterim"  ve gazetelerin dağıttığı yemek dergilerinden çalışarak menüyü belirlerdim. Şimdi onlar kitaplığımızın bir çekmecesinde tarihi değeri olan eserler statüsünde koruma altındalar......

Çünkü artık arama motorları ile internetten istediğim pasta, börek veya yemeğin tarifini, yapılışını, fotoğraflarını ve video görsellerini bulabiliyorum. Sağolsun bir çok blog yazarı, tarifleri yazarken önemli püf noktalarını da yazıyor.

Bir kaç saat internette dolaşarak ne yapacağıma karar veriyorum……

Misafirler gelmeden bir gün önce gerekli malzemenin alışverişine gidiyorum....
O kadar titiz davranmama rağmen mutlaka en önemli bir iki malzemeyi almadan eve gelince eşime en sevimli halimle "hayatım, yumurta ve taze soğan almayı unutmuşum, ne yapalım?" diye soruyorum. Sessizce ya sabır çekip ters bir bakış fırlatarak en yakın marketin yolunu tutuyor sağolsun.....

Sonraaaaaa "ya Allah, ya Bismillah" diyerek mutfağa giriyorum ve hummalı bir şekilde çalışmaya başlıyorum……


 



Yetiştiremeyeceğim paniğiyle saatlerce uğraştıktan sonra hazırladığım ürünleri servis tabaklarına yerleştirip süslemeye başladığımda ve çeşit sayısı arttıkça keyfim yerine geliyor……. 

Dünya mutfaklarından tarifler deneyip eşim, kardeşlerim ve arkadaşlarım tarafından beğenilince, tam Antony Bourdain veya Massimo Bottura gibi michelin yıldızlı restoran şeflerinden biri gibi kendimi hayal edebilme hadsizliğine erişirken sevgili oğullarımın istisnasız eleştirilerini duyunca kendime geliyorum ve bütün havam sönüyor....
Eşim, kardeşlerim dahil bütün erkekler annelerinin yemeklerinin hayranı oldukları halde sağolsun iki oğlum da   benim yemeklerimi eleştirme konusunda biraz acımasızlar.......
Neyse canlarımın dedikodusunu yapmayı bırakayım da, geçen haftasonu ağırladığım misafirlerime yaptığım güzel mamaların fotoğraflarını paylaşayım bari........

 
  
Not: Cupcake süslemesinde bana yardım eden sevgili İzmirli ve kuzucuklara çok teşekkür ediyorum……..



 

15 Mayıs 2015 Cuma

Sadece Yazmak Geliyor İçimden.......





Bazen konuşmak, anlatmak ya da birilerini dinlemek gibi herhangi bir sesli impulsa tahammül edemiyorum,  yazmak geliyor içimden o anlarda..…

Sadece yazmak istiyorum…..

Bu durumuma sebep ise çok sayıda insanın, benimle veya başkalarıyla konuşurken incitici, kırıcı, yaralayıcı kelimeler kullanması, kandırması, üzmesi, tehdit etmesi, değersiz hissettirmesi, acıtması vs…..
Konuşma içinde “nasıl yani dedirtecek, hayrete düşürecek” kurnazlıkta, acımasızlıkta  kelimeler kullanmaları……

Böyle zamanlarda, konuşmayı beceremediğimden değil onlara benzememek, aynı frekansta olmamak için susuyorum,  hani gençlerin moda tabiri var ya, aynen öyle  “bana kal geliyor”……..
Ortamdan uzaklaşıyorum sessizce, o insanların düzelebileceğinden umutsuzca…..





Yazı yazmak böyle zamanlarda imdadıma yetişiyor.
- Sessiz bir dost
- Sakinleştirici bir ilaç
- Bugünden geleceğe bir kanıt
- Yarınlar için umut veren bir kurtarıcı oluyor adeta…….
- Sessiz bir dost, ÇÜNKÜ  ben yazıyorum, yazıyorum, o cevap vermiyor, izliyor öylece………
- Sakinleştirici bir ilaç, ÇÜNKÜ inanıyorum ki hiçbir ilaç böylesine zindelik, zihin açıklığı, azim, sakinlik ve huzuru aynı anda veremez……
- Bugünden geleceğe bir kanıt, ÇÜNKÜ yaşadıklarımız karşısında bugün neler hissettiğimizi yazarak unutulmasını engellemiş ve kişisel tarihimizin kayıtlarına geçirmiş oluyoruz. Bu durumu kindarlık adına değil, edindiğim tecrübenin saklanması, korunması, bir daha aynı veya benzer durumla karşılaştığımda çözümün kolay olması, pratik olması için yapıyorum..…..
- Yarınlar için umut veren bir kurtarıcı, ÇÜNKÜ tarihte buna benzer ne çok olayın yaşanmış olduğunu ama ardından olanları hatırlatarak benim konuyu önemsizleştirmemi, kendimi toparlamamı ve yeni planlar yapmamı, hayaller kurmamı, geleceğe heyecanla bakmamı sağlıyor…

“Bu da Geçer Ya Hu” diyorum İÇİMDEN.  İyi ki yazabiliyorum diye kendimle gurur duyuyorum ve Allah’a şükrediyorum…….



14 Mayıs 2015 Perşembe

Zevkler ve Renkler Tartışılmaz......






Türkçemizde böyle bir söz vardır.....
Sözün doğruluğu konusunda, renkler açısından kararsızım. Ancak herkesin dilediğini beğenme/beğenmeme ve sevme/sevmeme özgürlüğüne inandığım için zevklerin tartışılmamasını kişiler arası uzlaşma açısından önemli buluyorum.....

Bende zevkime uymayan, beğenmediklerimi sıralamak istiyorum bugün, bilmeyenler öğrensin ve kimse bana bunlardan birini hediye alıpta yalandan beğeniyormuş rolü yapmaya zorlamasın beni lütfen !!!!!!!!!!!




-      Her türlü leopar desenli giysi
-      Tabii ki kürk
-      Kırmızı renkli giysiler
-      Sallantılı büyük küpeler,  halka küpe (bilezik kadarsa bakamam bile)
-      Platform topuklu ayakkabılar
-      Düz topuklu ayakkabılar
-      Kola takılan herşey, saat, bilezik, bileklik  vs. (hekim olmam nedeniyle olsa gerek)
-      Avangard mobilyalar
-      Kristal ve gösterişli avizeler
-      Seksi giysiler
-      Maskülen giysiler
-      Parka ve bot (üniversite yıllarımı hatırlatıyor)
-      İçi su dolu klozet (mutlaka sıçrıyor)
-      Koltukların üzerine örtü örtülmesi
-      Tavuk yemekleri
-      Ergonomik olmayan her şey

Genellikle olumlu düşünen ve hoşgörü sahibi bir insan olmama rağmen benim de zevkime uymayan, beğenmediğim hatta görmekten hoşlanmadığım ne çok şey varmış meğer........




11 Mayıs 2015 Pazartesi

Anneler Günü ve Kadınların Taşıdığı Şapkalar…….

 
 
 
 


Anne olmak dünyanın en güzel duygusu. Aynı zamanda en önemli sorumluluğu…..

Çalışan bir anne olmak ise hiç de kolay değil. Çalışan anne olarak aynı anda birden çok sorumluluğu taşımamız gerekiyor. 

Sorumluluk taşıma deyimi yapılanı yük gibi görme durumu gibi algılanabileceği için ben çalışan anne hallerini başarabilmeyi, dünyaca ünlü yönetim otoritesi Edward De Bono’nun Altı Şapkalı Düşünme Tekniği ile değerlendiriyorum........
 


 

 
 


Özellikle 30'lu yaşlar baş döndürücü yoğunluktadır kadınlar için. Nasıl yetişilir her şeye, her yere, inanılmaz......

İş  hayatının yoğunluğu, stresi, kariyer basamakları, evlilik, çocuk, ev işleri, her gün düzenli yemek yapma, bakımlı ve güzel olma, kız arkadaşlar, sosyalleşme,  misafir ağırlama, kendi ve eşinin ailesiyle dengeli iletişim, şehirlerarası yatılı gelen yakın akrabalar, ebeveynlerin sağlık problemleri, geleneksel ev hanımı rolü, toplumsal değerler, gelenek, görenekler, kişisel gelişim çabası, kültürel faaliyetlere yetişebilme, seyahat vs vs......

Günümüzde kadınlar, bu yoğun trafiği düzenlerken rengarenk şapkalar kullanıyorlar. Duygusal (kırmızı şapka), iyimser (sarı şapka), kötümser (siyah şapka), yenilikçi (yeşil şapka), serinkanlı (mavi şapka), objektif (beyaz şapka) yaklaşımla, mümkün olduğunca tartışmadan kaçınarak, iyi iletişim ve eleştirel değerlendirmeler ile önce kendileri  için ve herkes için en uygun olanı yapıyorlar.......

Anne, eş, birey, iş kadını, öğrenci, evlat, arkadaş şapkalarını birbiriyle karıştırmadan, biriyle meşgulken diğerini ihmal etmeden bazen değiştirerek bazen üst üste giyerek......
 
 

En önemlisi, hepsinin  arasında dengeyi sağlayabilmek, sinerjiyi yakalayabilmek. Güvenli, huzurlu, mutlu, başarılı ve iyi hissedebilmek için..... 

Birarada yürütülen bu rollerin birbirine zarar vermeden, iyi bir zaman yönetimi ile fayda artırıcı, katkı sağlayıcı olmasını keşfederseniz başarınıza başarı katarsınız....  

Bu kadar şapkayı karıştırmadan başarıya ulaşmak, ciddi bir adrenalin deşarjına yol açar ve o adrenalin yok mu o adrenalin kadınları çalışkan, güçlü, başarılı ve mutlu? olmak için enerjik tutar....

Çocukta yaparım kariyerde sözlerinin sadece şarkı sözü olmadığını anlarsınız...........

 

 




Fakaaaaaat, bu müthiş başarıyı yakalayan kadınlardan erkekler korkuyorlar,  bazen eşleri özellikle de mesai arkadaşları.....

Ve kadınların iş hayatında yükselişlerini önlemeye çalışan bu erkekler tarafından oldukça sık olarak cam tavanlar oluşturuluyor…….

Ama yeni nesil süper kadınları hiçbir cam tavan durduramaz, hayatı yöneten  ve yönlendiren olmayı öğrendiler çünkü, onlar için sadece bir rol, bir duruş demode ve sıkıcıdır artık....... 

Alvin Toffler’ın  sözleriyle bitirmek istiyorum. İlk çağlarda güçlü olan,  endüstri çağında  zengin olan kazanırdı. Bilgi çağında ise bilgili olan kazanacaktır. 

Gelecek kadınların zaferleriyle dolu olacak……

 
 
 
 

5 Mayıs 2015 Salı

Olurken Herşey Tarihin Tenceresinde Aşure


 

 

Yeni okuyup bitirdiğiniz kitaba yer açmaya çalışırken veya mesleki bir kitabı ararken ya da kitaplığın tozunu alırken bir kitabın, ansızın bir yerde karşılaşılan, bir  zamanlar çok sevilmiş ama görüşmeyeli uzun yıllar olmuş çoooook eski bir dost gibi ışıl ışıl gülümseyerek size baktığını fark edersiniz.
Göz göze gelirsiniz, birbirinizi görmekten mutlu olarak özlemle sarılırsınız. Ve koklayarak öpersiniz onu. Hasret gidermek için rasgele bir yere ilişir, önce onun fiziğini incelersiniz uzun uzun. Biraz yaşlanmış, yıpranmış biraz da rengi solmuş mu ne diye geçirirsiniz içinizden. Olsun, yine güzeldir o, kapak resmine hayranlıkla bakıp hafifçe dokunursunuz yüzüne ve onunla ilk karşılaştığınız günü hatırlarsınız….

O zamanlar bende ne kadar gençtim, aklım bir karış havadaydı ve her şeyi ne kadar önemserdim diye düşünürsünüz. Babam da hayattaydı diye gözleriniz dolar. "Şimdi sınav zamanı" diyerek arkadaşlığınızı engellemeye çalışması, ona yakalanmadan gece lambasının ışığında gizlice buluşmanız dün gibidir sanki. "Gözlerimin bozulması bu nedenle olabilir" dersiniz o yılları ve babanızı özlerken..…
Sonra biraz  hüzünle biraz merakla bir sohbet başlar aranızda. Usulca sayfalarını çevirirsiniz, onu ve anılarınızı incitmeye korkarak......
Geçen yıllarla size yerleşen unutkanlık nedeniyle olsa gerek bazı sayfalarda anlatılanı hatırlamakta zorlanırsınız. Ana temayı ve unuttuğunuzu zannettiğiniz küçük detayları aynı canlılıkla yaşarsınız.....


Altı çizilen satırlar, sayfa boşluklarına alınmış notlar, bükülmüş sayfa alt uçları ve mor çiçekli kitap ayıracı.... Her biri başka bir anıyı anımsatır, sanki dünmüş gibi tazedir ve canlıdır her şey.......
Zamanın göreceli olduğunu anlarsınız o an......





Bazen ilk okuduğunuzda anlamadığınız bir paragrafın şifresini çözer, "nasıl yani" dersiniz. Ne kadar cahilmişim! bu kadar basit bir şeyi anlayamamışım diye hayıflanırsınız......
Sonra yılların bilginizi, görgünüzü artırmış, size yeni bakış açıları kazandırmış olduğunu düşünerek kitabı su gibi nefes almadan içercesine tekrar okumaya başlarsınız......

Kesinlikle o an zaman durmuştur artık.  Yapacağınız işin beş dakika bilemediniz on  dakikanızı alacağını düşünerek kitaplığınıza gelmişken, eski dostla karşılaşıp hasret gidermeniz en az üç dört saat sürmüş, siz kitabı ve onu ilk okuduğunuz günlerde yaşadıklarınızı, hissettiklerinizi tekrar değerlendirmiş, muhasebenizi yapmış olarak oturduğunuz koltuktan kalkar, dikkatinizi çekmek için uğraşan kedinizi kucağınıza alır ve sözleri Turgut Özakman'a ait Nükhet Duru'nun buğulu sesiyle söylediği o güzel şarkıyı buğusuz sesinizle mırıldanarak günlük hayatınıza geri dönersiniz.....

Olurken her şey tarihin tenceresinde aşure,
Kahvede içer keyifle penceresinde Mahmure.......