29 Ağustos 2014 Cuma

Eee Bebeğime... Eeee... Eeee...







Çok küçüktüm. Aynı sokakta oturduğumuz teyzem bir gün aniden hastalandı. Kanaması vardı ve ağrıdan kıvranıyordu. Eniştem hemen hastaneye götürdü ve döndüğünde güzeller güzeli teyzemin rengi iyice solmuştu, günlerce yorgan döşek yatmıştı. Annemle fısır fısır konuşmalarını gizlice dinlemiştim.

Hastaneye kaldırılmadan bir gün önce kürtaj diye bir şey olduğunu ve parça kaldığı için kanamasının devam ettiğini öğrendim. Annem ona, bu yüzden bir gün öleceksin, diye çok kızıyordu. Bu ilk kürtajı değildi çünkü, son da olmadı.

Yaşadığımız şehirde sadece kürtaj yaparak meşhur ve zengin olmuş (kazıyıp kazanan) bir doktora gitti bir kaç defa daha. Böylece gebe kalıp kalıp bebeği istemeyince kürtaj olunduğunu öğrendiğimde henüz ilkokuldaydım. O yıllarda isteyerek küretaj kanunen yasaktı aslında ve  yetersiz muayenehane koşullarında, kanundan korkmadan kaçak olarak küretaj yapılıyordu ve kimbilir kaç kişi teyzem gibi olmuş belki de hayatını kaybetmişti. Teyzemin de,  yasadışı yollarla  isteyerek yaptırdığı küretajları ve kanamaları nedeniyle ölümden döndüğünü çok sonraları öğrenmiştim. 

Teyzem isteyerek küretaj olduğu için, sonraları çok acı çektiğini söylemiş anneme. Rüyalarına girmiş. Gecelerce uykusuz kalmış. Çok genç ve cahildim diye kendini avutmaya çalışmış. Elbette, eğitimli bir profesyonel tarafından duygusal açıdan sağlıklı olma durumu değerlendirilmeden, doğru danışmanlık verilmeden isteyerek küretaj, bir doğum kontrol yöntemi gibi sunulmuş teyzeme.
 
Teyzemin bu yaşadıklarından etkilenmiş olmalıyım ki, Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra, konu ile ilgili birçok hizmet içi kursa (rahim tahliyesi “küretaj” kursu hariç) katılarak rahim içi araç ve diğer modern yöntemleri uygulama ve eğitim verme yetkisine sahip oldum. Aile Planlaması Eğitim Merkezlerinden birinde çalıştım, kadınları bilgilendirdim.

Özellikle bekar bireylerin istemeden gebe kalma durumlarında “bireyin sosyal yönden zor, çaresiz ve riskli durumda kalma olasılığı” nedeniyle isteyerek küretaj bazen kaçınılmaz olabilir. İsteyerek küretaj olma seçeneğini kullanmış vicdan azabı çeken kadınların şahidi bir doktor olarak; “isteyerek küretaj çaresiz bir durumda başvurulacak ve asla alışkanlık haline getirilmemesi gereken bir tıbbi operasyon olarak algılanmalı ve uygulanmalı” diye düşünüyorum.

Gebeliğin sona erdirilmesi işlemi olan isteyerek küretaj öncesinde ise,  annenin sağlığının” Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) anayasasında belirtilen sağlık tanımına göre bedensel olduğu kadar ruhsal ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hali içinde olup olmadığının değerlendirilmesi önerisinde bulunmak istiyorum.

  
Burada bir hekim olarak şu gerçeğin altını mutlaka çizmek istiyorum. Hem anne hem de bebek sağlığı açısından iki gebeliğin arasının en az iki yıl olması çok önemlidir. Gebelik aralığı iki yıldan kısa olan annelerde, gebelikten fiziksel olarak yıpranma nedeniyle kansızlık,  beslenme bozuklukları, doğum zorlukları, kanamalar, toksemi ve enfeksiyonlar sonucu ölümler artmaktadır. Dünya Doğurganlık Araştırmasına (World Fertility Survey) göre, iki yıldan daha az aralıklarla doğan bebeklerin ölme riski iki yıl ve daha fazla aralıklarla doğan bebeklere göre ortalama iki kat daha fazladır. Bebekler yaşamın ilk yılında düşük doğum ağırlığı, beslenme bozuklukları, özürlü doğumlar, annenin ilgi azlığı gibi nedenlerle ölmektedir.

Günümüzde gebeliklerin arasının açılması ve istenmeyen gebeliklerin önlenmesi için uygulaması ve ulaşması çok kolay birçok modern aile planlaması yöntemi vardır.

Aile Planlamasının Tanımı;
Bireylerin;
©      istedikleri zaman
©      istedikleri kadar
©      bakabilecekleri
©      sevebilecekleri kadar çocuk sahibi olmalarıdır. 



27 Ağustos 2014 Çarşamba

Ankara Ankara Güzel Ankara...



 
Ankara’ya çok uzun yıllar önce tayin olduğumda birisi bana, bu şehirde uzun yıllar yaşayacağımı hatta kendimi Ankara’lı hissedeceğimi söyleseydi “hadi ordan” derdim sanırım. Çünkü İstanbul’a yakın deniz kenarı bir şehirde doğup büyümüş, İstanbul’da üniversite okumuş birisi olarak denizden uzak bir şehirde yerleşmek asla hayallerimde yoktu. Şimdi ise övünmek gibi olmasın gururla Ankara’lıyım diyorum. “Ankara’lıyım” dediğinizde, doğal olarak "neresinden" sorusu gelir ve ilçelerinden birini söylemeniz beklenir. Ankara’nın merkez ilçelerinde dört milyon kişi yaşar, perifer ilçelerinde ise beşyüzbin. Ama ilginç olan söylemeniz beklenen (galiba daha havalı olan) ilçe adı perifer ilçelerinden birinin adıdır.

Başkentimiz Ankara'da diğer illerimizden farklı olarak Bakanlıklarımız ve il (taşra) teşkilatı aynı  coğrafi alanda, farklı binalarda hizmet sunmaktadır. Dolayısıyla Ankara nüfusunun önemli bir bölümü, bir devlet dairesinde çalışmaktadır. Ankara'lılar başkentli olmanın gururunu taşır. Ancak başkentte yaşamanın bir bedeli vardır. Bir çok konuda fedakarlık ister ve enteresan bir ruh halini beraberinde getirir. Başkentte eğer memur olarak görev yapıyorsanız hangi kademede olursanız olun fark etmez, kesinlikle ciddi olmanız, konuşurken çok az şaka yapmanız, dikkatli ve ölçülü konuşmanız gerekir. 
Hep ciddi ve önemli konular konuşmalı, tavırlarınız ağırbaşlı olmalıdır. Kız arkadaşlarınızla bile bir yerde oturup yemek yapma, giyim, kuşam, saç, makyaj vs…. gibi kızsal konulardan ağız tadıyla kıkırdayıp boş konuşma lüksünüz yoktur, her zaman maksimum hanımefendi olmanız beklenir. En önemlisi giyiminize kuşamınıza dikkat etmeniz beklenir. Karizmayı çizdirmemek için 40 ºC yaz sıcağında bile ceket (tercihen astarsız ve truvakar kollu) ve burnu kapalı ayakkabı ile dolaşırsınız. Ülkemizin başka bir ilinde, toplantıya veya kongreye katıldığınızda ise, diğer illerden gelen kariyer sahibi çok değerli kadın yöneticilerin ve öğretim üyelerinin manken gibi giyimlerini görünce kendi ağırlığınızdan rahatsızlık hissedersiniz. O derece yani…. 

Düzenlenen konser etkinliklerinde çok popüler sanatçılarımız dahi "haydi Ankara, bütün eller havaya" coşkusuna bekledikleri tepkiyi oluşturamazlar. Bu konuda ısrar bile etmezler genellikle. Mesela Harbiye açık hava konserleri öyle mi olur, hem coşku hem izdihamdan sallanır ortalık. Yalnıııııız misket, fidayda ya da Ankara'nın bağları şarkılarının daha ilk notaları çaldığında sahneye fırlamayan Ankara'lının o gün ya ciddi bir derdi vardır ya da Ankara'lıyım diye yalan söylüyordur. 

Peki memur Ankara'lı zamanını nasıl geçirir; Aktörleri farklı olsa da her daim atamalar ve görevden alınmalar gündemlerinde önemli yer işgal eder, çok insani diğer konular ise teferruattan ibarettir. Memur Ankara'lı zamanını nerede geçirir; Öncelikle iş yerinde, iş yerinin bahçesinde. Sosyalleşme mekanı olarak ta devlet kurumlarına ait sosyal tesislerde (güzel havalarda Gölbaşı'nın etrafındakiler en favori olanı). İlave olarak son on beş yıldır ise alışveriş merkezleri, nam-ı diğer AVM'ler ön planda.

Bu kadar ciddi bir yaşama biçiminin oluşmasında; Ankara'nın TV ve basında sadece siyasi gündem haberleriyle yer almasının rolü tartışılmalıdır. Çünkü uzun yıllar geriye giderek düşündüğünüzde konusu Ankara'da geçen roman, şarkı, film ve dizi film sayısı bir elin parmaklarını geçmez. İstanbul ile bir kıyaslama yapmayı aklımızın ucundan dahi geçirmemiz mümkün değil zaten. Diğer illerimizin bir çoğu bu konuda kesinlikle açık ara öndedir. Ankara konulu roman olarak Memduh Şevket Anday'ın "Ayaşlı ve Kiracıları" en meşhurudur sanırım.  

Orhan Karaveli'nin "Bir Ankara Ailesinin Öyküsü" Cumhuriyetimizin kurulduğu yılların Ankara'sını anlatan beni derinden etkileyen bir romandır. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir'inden biridir Ankara. Ankara'lı bir yazar olarak Nazlı Eray'ın bir çok romanında, Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sında, Kürşat Başar'ın Başucumdaki Müzik kitabında Ankara'nın mahalle ve mekanlarından birkaç paragraf  bahsedilir. Şarkılardan Yıldırım Gürses'in Ankara Rüzgarı, Seçil Heper'in Ankara'da Bekliyorum şarkıları muhteşemdir. Ferhunde hanımlar dizisini nasıl severek izlemiştik yıllarca.

Geçen sezon başlayan Ankara'nın Dikmeni dizisinin sadece adında Ankara var. 
Aşk Tesadüfleri Sever filmi, nahif ve duygusal bir filmdir ve bir çok sahnesi Ankara'da çekilmiş olması sebebiyle biz Ankara'lılar için yeri çok özel.
Eeee tabii ki Behzat Ç. bir Ankara Polisiyesi dizisi ve Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm filmini de Ankara'lılar farklı bir keyifle izlediler.

Bu konuda en büyük beklentim, Sait Faik Abasıyanık'ın bir çok eserinde İstanbul'u anlattığı gibi güzel ve zarif; James Joyce'un Dublin'i anlattığı "Dublinliler" gibi detaylı bir şekilde, günümüz Ankara'sını mekan, sokak, semt, ilçe düzeyinde anlatan bir Ankara romanı yazılması ve bunu görsel olarak bizlere keyifle yaşatacak filmin/ dizinin çekilmesi.  

Bekliyorum.......

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Altın, Zümrüt Pırlanta İle Kim Mutlu Olmuş Dünyada. Varsa Yoksa Gümüş İlla, Gümüş İlla:)




Bugün daha sabun köpüğü bir konuda yazmak istiyorum. Kendimi bildim bileli incik boncuk takıp takıştırmayı severim. Ailem mezuniyet, doğum günü vs. gibi nedenlerle mütevazı ölçüde altın küpe,  kolye, bilezik ve yüzük gibi hediyeler almıştı öğrencilik yıllarımda. Ve o gencecik halimle, bayramda seyranda altınları takıp dolaşıyordum bir havayla! Özellikle altın zincirler, künyeler pek modaydı. İşe giderken, gezmede hatta plajda bile...... Bugün düşününce, o yaşa göre çok fazla rüküş buluyorum bu davranışları. Napayım, demek ki o zamanlar çevremde moda buymuş!

Erkek arkadaşım çok güzel gümüş bir kolye hediye etmişti. Kolyeyi o kadar çok beğendim ki.  Bir anda sihirli bir değnekle dokunulmuştu sanki.  Evrim geçirdim. Altına ilgim bitmişti artık. Gümüş takı dünyasına ışınlanmıştım. Her kıyafetime uygun gümüş takılar almaya başladım. Bir tarz yaptım böylece. Şimdi yıllar sonra altın olarak bir iki parça küpe yüzük var, onlarda hediye, hatıra kontenjanından. Kuyumcu vitrinlerine bakmaya bile tahammülüm yok. Kendi kendime kızıyorum bazen. Altın takı sevgisi olmayan bir kadın olabilir mi? diye. Artık varsa yoksa gümüşçüler benim favori ziyaret mekanlarım. Huşu içinde saatlerce vakit geçiriyorum. Genel olarak kentli ve çalışan kadınlarda daha yaygın bir tercih olarak görüyorum. Her geçen gün gümüş takı dükkanlarının sayısı artıyor.




 

Gümüş takıya temayülün artmasının olası nedenlerini maddelemeye çalıştım.
• Daha ucuz olduğu için
• Bu nedenle daha çok çeşit alınabildiği için
• Çalınma riski altına göre çok çok az olduğu için
• Daha entellektüel statü kazandırdığı için
• Daha özgün olduğu için
• Zenginlik gösterisinden uzak olduğu için

• Renk renk taşlarla süslenebildiği için
• Kıyafetlerle kombinlenebildiği için

• Abartılı boyutlu modeller kullanılabildiği için
• Gümüş takı yapımında kullanılan yarı değerli taşların terapötik (tedavi edici) faydaları olduğu için
• Zekatı daha az olduğu için
• Satış yapılan dükkanlarda müşteri olarak daha özgür kalınabildiği için

Altın gibi nakite çevrilemediği için 

Özellikle son madde ile ilgili bir anımı aktarmak istiyorum. Yıllar önce beraber çalıştığımız bir hemşire arkadaşımın kollarında altın burma bilezikleri diziliydi. 
Çok severdi bileziklerini. Bir gün eşinin ihtiyacı oldu, bileziklerini satmak zorunda kaldılar.  Çok üzüldü bileziklerinden ayrıldığı için. Benim gümüş takılarıma bakıp "doktor hanım, sen çok akıllısın biliyor musun" dedi. Bende "hayırdır, nereden icap etti" diye sorunca. "Hiç altın takın yok, çeşit çeşit gümüşleri alıyorsun ama onları satma riskinde yok" Demişti, kulakları çınlasın. 

Sonuç olarak şunu diyebilirim ancak. "Zevkler ve renkler tartışılmaz".