4 Kasım 2014 Salı

Ankara Büyük Tiyatro'da Müthiş Bir Oyun - Macbeth



 


 
Geçtiğimiz pazar günü Ankara Büyük Tiyatro'da izlediğim bu muhteşem oyun, beni derinden etkiledi, hatta şiddetle sarstı. Bir an bile dikkatim dağılmadan, bazen nefesimi bile tutarak bütün algılarımla izledim ve hissettim.

Ankara Devlet Tiyatrosu müthiş bir şekilde sahnelemiş bu oyunu. Görkemli, haşmetli, şahane, ne desem ifade etmeye yetmeyecek. Hiçbir detayı ...mış gibi yapmayıp yaşatan, zamanda yolculuk yaptıran dekoruyla, müziğiyle, ışığıyla ve şahane kostümleriyle her zaman ki gibi fevkaladenin fevkindeydi. Gözlerinden fışkıran o vahşi hırsla, üstün performansıyla tam bir lady Macbeth'ti, usta oyuncu İpek Çeken.

İyi kalpli, vefalı ve güçlü bir komutan olmasına rağmen karısının tahakkümünde aciz insandan canavara dönüşen “Macbeth” rolünde; mükemmel ses tonu ve sahnesiyle Sinan Pekinton süpeeeeerdi.  Diğer oyuncular da inanılmaz harikaydılar. Selamlama sahnesinde, oyunun etkisinden, sanatçıların gösterdikleri başarıdan, o başarıdan aldıkları yorgunlukla harmanlanmış duruşlarına duyduğum hayranlıktan yine ağladım, hem de çok ağladım.
Başta Bozkurt Kuruç olmak üzere bize bu atmosferi yaşatan, katkısı olan herkese çooooooook teşekkürler, ellerinize sağlık…..

                                                *     *     *     *     *
Macbeth’in hikayesi ölümsüz. Dört yüz yıl önce yazılmasına rağmen, insanlık tarihi kadar eski ihtiras yükü ve iktidar hırsıyla halen ilk günkü etkileyiciliğini koruyor.
Tarih kitaplarında yer alan savaşların ve başarıların arkasında taptaze canlı kalan, hiç eskimeyen, modası geçmeyen, deneyimlerle beslenip daha çok olgunlaşarak günümüze taşınan en büyük mirastır, kültürdür "yükselme hırsı". Hepsi benim olsun açlığı.
Kardeşin kardeşi, evladın babayı, babanın evladı, dostun dostu gözünü kırpmadan kendini sonsuz haklı hissederek ve çevresine hissettirerek yok ettiği.

"İnsana rahat nefes aldırmayan kuruntularla,
Beynimizi bir işkence masasına çevirmektense,
Ölüp rahat etmek daha iyi,
Rahat etmek için öldürdüklerimizle."

Sınırsız hırs uğruna, çevresindekilere sevgiyle ve dürüstçe yaklaşan iyi kalpli insanlara, en yakınındakiler hep mi ihanet eder, hep mi kötülük yapar ve hep mi kötüler kazanır......
Bu muhteşem eserde, 11. yüzyılın (1040-1057 yılları) İskoçya'sında yaşanan olaylar William Shakespeare tarafından 17. yüzyılın başlarında anlatılmış ve ilk kez 1606 yılında sahnelenmiş. Gelmişiz 21. yüzyılın başlarına, insanlar kötülük ve entrika yapma konusunda yine aynı, değişen pek bir şey yok. Gelişen teknoloji ve giysilerin modasından başka. 

Macbeth'in hikâyesi, genellikle “güç düşkünlüğü ve arkadaşlara ihanet konularında örnek bir hikâye olarak gösterilir”. Bende kendi yakın tarihimde yaşadığım dostlarımın ihanetinden sonra "bana herşey seni hatırlatıyor" modundayım ki, oyun bu nedenle beni benden aldı. Tarihin tragedyalarında eğer kendimize yapılan haksızlıkları ve  yaşadıklarımızı hissediyorsak yani “deja-vu” duygusuna kapılıyorsak bu duyguya tarihin tekerrürü mü denir, acaba başka bir şey mi denir? Bilemiyorum. Shakespeare’in dehası ve eserleri için "bir döneme değil, tüm zamanlara ait" denilmesinin manası, tam da bu olsa gerek.

                                                *     *     *     *     *
Önce Glamis Beyi sonra Cawdor Beyi olmakla yetinmeyerek açgözlülükle krallık düşleri kuracak kadar sonsuz ihtirastan gözü dönmüş Macbeth, yaptığı veya yapacaklarının sorumluluğunu üstlenemeyecek kadar yüreksiz ve korkak. Özünde iyi bir insan olsaydı bütün bu baskılara boyun eğmezdi. İçinde "özünde" bir hain taşımasaydı eğer, elinin tersiyle itebilirdi karısını, vaat ettiği her şeyi ve hakaretlerini.

"En kestirme yoldan gidecek yürek yok sende.
Yükselmek istemesine istiyorsun.
İçinde hırs yok değil,
Taş gibi de bir yüreğin olmalı yanında."
 
Diyerek ona cinsellikle desteklenmiş bir otorite uygulayan karısını gaddarlığının müsebbibi olarak gösteriyor. "Selam geleceğin hükümdarı" diyerek kendisini selamlayan cadılarda en büyük bahanesi. Sanki hiç istemiyormuş gibi kendini kandırmaya çalışıyor.

"Neden yok onu öldürmem için, beni mahmuzlayan tek şey, kendi yükselme hırsım" diyerek  itiraf ediyor nihayet gerçek duygularını.....

Oysaki kral Duncan, Macbeth’e;
"Sen yüreğime diktiğim bir fidan gibisin,
Geliştirip büyütmeye çalışacağım seni" diye iltifat ediyorken, onu öldürüyor.
Macbeth, "Yürekli adam, üstelik akıllı ve yiğit" dediği arkadaşı Banquo'yu bile düşman gördü ve öldürtüyor, sonra da korkudan hayal görmeye başlıyor.

Hep böyle olmaz mı, en güvendiğiniz anda, en sevdiğinizden, en büyük darbe gelmez mi? Günümüzde bazen Macbeth gibi karısının bazen kocasının bazen danışmanının bazen de onun bunun baskısı bahane edilerek nice dostlar feda edilmiyor mu?

Sonunda.......
İlahi adalet mutlaka tecelli ediyor, kimsenin ahı kimsede kalmıyor. Herkesin yaptığı sonunda ayağına dolanıyor ve onu yok ediyor. Zalimler hak ettikleri cezayı buluyor bu dünyada veya bulacaklardır öbür dünyada. Malcolm ve Macduff karakterlerinde iyi, vefalı, cesur insanların da olduğunun, her şeye rağmen sonunda kötülerin bertaraf edilebileceğinin, iyilerinde kazanacağının umudunu vermiş Shakespeare taaaa uzaklardan.

.                                                *     *     *     *     *

Bu dünyada sadece iyilik düşünen, iyilik yapan, iyi insanlara öbür dünyada iyiliklerinin mükafatı bol bol verilecektir inşallah.Bu dünyada kötülere rağmen iyilerin de kazanma umudu var. Bunu biliyorum, hissediyorum ve gönülden diliyorum.

Ve William Shakespeare'in umut dolu bir şiirini paylaşmak istiyorum.

Hayatı Hissedin ve Onu Yaşayın
Kendimi her zaman mutlu hissederim.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü kimseden bir şey ummam, beklentiler daima yaralar.
Hayat kısadır, öyleyse hayatınızı sevin.
Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin.
Sadece kendiniz için yaşayın ve konuşmadan önce dinleyin,
Yazmadan önce düşünün, harcamadan önce kazanın,
Dua etmeden önce bağışlayın, incitmeden önce hissedin,
Nefret etmeden önce sevin, vazgeçmeden önce çabalayın,
Ölmeden önce yaşayın.
Hayat budur, onu hissedin,
Yaşayın ve ondan hoşnut olun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

.