20 Ekim 2014 Pazartesi

Sağlık Olsun!





Bu deyimi gerçek anlamından çok, genellikle birisini oyalamak veya avutmak için kullanırız. Genç bir tıbbiyeli olduğum ve ardından hekim olarak göreve başladığım yıllarda, gençliğin verdiği enerjiyle ve tecrübe eksikliği ile olsa gerek sağlıklı olmanın tam anlamına vakıf değildim. Galiba o zamanlar, Dünya Sağlık Örgütüne göre sağlığın tanımının "sadece hastalık ve sakatlık durumunun olmayışı değil kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali" olduğu ya bana derslerde anlatılmamıştı ya da ben anlatılırken duymamıştım. Çünkü devam zorunluluğu olmayanlar da dahil  tüm derslere giren inek bir öğrenciydim üniversitede.

   *      *     *     *     *
Mecburi hizmet yapmak için torbadan kura çekerek tayin edildiğim Orta Anadolu şehrinde, veremle savaş dispanserinde çalışırken son derece prensip sahibiydim önceleri. Herşeyi mezun olduğum İstanbul'daki fakültenin disipliniyle düşünüyordum ve iyi bir hekim olmak için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Veremle savaş dispanserinde Mücella Hemşire Hanım'la harıl harıl çalıştığımız birgün, çevre köylerden birinin ilkokulunda çalışan, benden genç, neredeyse ergen yaşta tombiş kırmızı yanaklı ve güler yüzlü bir erkek öğretmen geldi poliklinik odasına. Aslında hasta olmadığını, bekar olduğu için çalıştığı köyde çok sıkıldığını, ailesini özlediğini söyledi ve memleketine gitmek için benden on beş gün rapor vermemi istedi. Ben bir bozuldum, vay efendim hasta olmadan kimseye rapor veremezmişim, bunu bana nasıl söylermiş gibi bir nutuk attım sanırım. Mücella hemşire hanım öğretmenin üzgün yüzüne baktı ve sağlık olsun dedi. Tombiş kırmızı yanaklı öğretmen sessizce çıkıp gitti. 

   *      *     *     *     *
Sanırım iki yıl sonraydı, hastanede yatarak akciğer tüberkülozu tedavisi gördükten sonra takip için dispansere müracaat etmiş bir hasta poliklinik odasına geldi. Zayıf bir adam sessiz sedasızca dosyasını uzattı ve muayene masasının kenarına ilişti. Sandalyeye oturmasını söyledim ve hasta dosyasını aldım, dosyanın üzerinde yazılı isim tanıdık geldi, dikkatle yüzüne bakınca iki yıl önce benden rapor isteyen “neredeyse ergen yaşta tombiş kırmızı yanaklı öğretmen” olduğunu anladım. Yaşlanmış gibiydi, tombiş kırmızı yanakları solmuş ve süzülmüştü. Akciğer filmini dikkatle inceledim, önceki filmine göre düzelme vardı, balgam sonuçları temizdi, muayene ettim ve  ilaçlarını düzenledim. Elindeki sevk kağıdını aldım ve iki yıl önce vermediğim raporun ve attığım nutuğun mahcubiyetiyle" size yirmi gün rapor yazıyorum, memleketinize gidip dinlenirsiniz" dedim.  Arkadaş solgun yüzüyle, efendi bir şekilde ama kırgın bakışlarla rapor istemediğini söyledi, ben ısrarla rapor vermek istiyorum, neredeyse yalvarıyorum. Nuh dedi peygamber demedi ve rapor yazdırmadan hemşire hanımın hazırladığı ilaçlarını alıp gitti.  Ben çok üzülmüştüm, iki yıl önce bedenen sağlıklı ama sosyal olarak ihtiyacı varken istediği raporu vermiş olsaydım yine hasta olacaktı. Ama gerçekten hasta olup geldiğinde hekimine böylesine kırgın olmayacaktı. Mücella hemşire hanım bu defa benim üzgün yüzüme baktı ve sağlık olsun dedi.

   *      *     *     *     *
Bu bana mesleğimle ilgili ilk uygulama dersi oldu, bir hekimin insanları sadece fiziksel olarak değil duyguları ve yaşam koşulları ile empati yaparak değerlendirmesi gerektiğini anladım. Geçen yıllar ve buna benzer yaşadığım tecrübeler, ne mesleğimin ne de hayatın sadece bize okullarda öğretilen ve ders kitaplarında  yazan disiplinle yapılamayacağını, tek bir bileşenle sorunların çözülemeyeceğini, tek bir doğrunun olmadığını, farklı şartlarda bir çok bileşeni bir arada değerlendirerek etik ve herkesin iyi hissedeceği uygulamaların aslında daha tedavi edici ve başarılı sonuçlara ulaştırdığını ispat etti.
Sağlık olsun...

2 yorum:

  1. Çok hoş bir anı ve mühim bir ders; kulağa küpe olsun dedirten (bence) :)

    YanıtlaSil
  2. Geri bildiriminiz için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

.